Islak peronlarda yüzünü ıskalayan bakışlarda olmayı seçtin.
Kalbim ağır bir imtihanın gürültüsünü büyütüyor. “Sabret” diyor içimden birisi. Ötekisi her şeyin bir “yalan”dan ibaret olduğunu söylüyor. İçimdeki bütün sesleri tükürüyorum boşluğa.
Kent yine şımarık kostümünü çekmiş omuzlarına. Tanıdık bir sokak arasında tanımladık hissizliğimizi. (Suretimiz kayıp aranıyorlar da) Parmaklarımdan hükümsüzce damlıyorken acı, sakladım seni kendimden. Ya/saklım dedim ve bir avuç dolusu küstahlık peydahladım kendime. Geceden kalma bir İstanbul kustum. İçim kadar büyüktü sustuklarım. Dört duvarla çevrili odamda kan tutarken dilimi “susturuldum”. Kayıbımdın ve bu gece illaki bulunacaktın.
Kardan adamları, acıdan yüzü kamaşan çocukları sevmezsin sen biliyorum o yüzden sana yaşın kadar ertelenmiş bir ayrılığı getirdim. Ne olur yüzümün görümlüğü olsun bu k/ayıp.
Günahım biraz daha büyüdü. Dizlerimse hiç yorgun değil. Hep ayaklarımın götürdüğü yerde ölmeyi seçtim. Ağzımda koca bir acı varken konuşmanın ayıp olduğunu senden öğrendim. İçim her gün biraz daha bükülüyorken önünde, yüzümü dağınıklığınla boyadım. Tebessüm etmenin ancak devrimciler için geçerli olduğu bu devirde gülmenin sahte paradoksunu çizdim dudaklarıma. Her sayfa kendi rızkıyla açılırdı. Ben her sayfada seni bulamamanın acısını çektim gözlerime. Kayıbım değilsen eğer neden içime her dokunuşumda seni körükledim soğuk sokak köşelerinde.
Geçmişini hep kendinde barındıran ve geleceğin getirdiklerinden utanan çocuğun büyümesi kadar sancılıydı kaybettiklerim. Hep sonra dedim sonra anlatırım kendime seni ne kadar çok kaybettiğimi.
Şimdi kayıplarımdan düşme intiharlara sarılıyor bileklerim..
Hangi adamın yüzünde dinlendiğinin artık bir önemi yok..
Kayıbımdın ve artık aranmıyordun..!
Kalbim ağır bir imtihanın gürültüsünü büyütüyor. “Sabret” diyor içimden birisi. Ötekisi her şeyin bir “yalan”dan ibaret olduğunu söylüyor. İçimdeki bütün sesleri tükürüyorum boşluğa.
Kent yine şımarık kostümünü çekmiş omuzlarına. Tanıdık bir sokak arasında tanımladık hissizliğimizi. (Suretimiz kayıp aranıyorlar da) Parmaklarımdan hükümsüzce damlıyorken acı, sakladım seni kendimden. Ya/saklım dedim ve bir avuç dolusu küstahlık peydahladım kendime. Geceden kalma bir İstanbul kustum. İçim kadar büyüktü sustuklarım. Dört duvarla çevrili odamda kan tutarken dilimi “susturuldum”. Kayıbımdın ve bu gece illaki bulunacaktın.
Kardan adamları, acıdan yüzü kamaşan çocukları sevmezsin sen biliyorum o yüzden sana yaşın kadar ertelenmiş bir ayrılığı getirdim. Ne olur yüzümün görümlüğü olsun bu k/ayıp.
Günahım biraz daha büyüdü. Dizlerimse hiç yorgun değil. Hep ayaklarımın götürdüğü yerde ölmeyi seçtim. Ağzımda koca bir acı varken konuşmanın ayıp olduğunu senden öğrendim. İçim her gün biraz daha bükülüyorken önünde, yüzümü dağınıklığınla boyadım. Tebessüm etmenin ancak devrimciler için geçerli olduğu bu devirde gülmenin sahte paradoksunu çizdim dudaklarıma. Her sayfa kendi rızkıyla açılırdı. Ben her sayfada seni bulamamanın acısını çektim gözlerime. Kayıbım değilsen eğer neden içime her dokunuşumda seni körükledim soğuk sokak köşelerinde.
Geçmişini hep kendinde barındıran ve geleceğin getirdiklerinden utanan çocuğun büyümesi kadar sancılıydı kaybettiklerim. Hep sonra dedim sonra anlatırım kendime seni ne kadar çok kaybettiğimi.
Şimdi kayıplarımdan düşme intiharlara sarılıyor bileklerim..
Hangi adamın yüzünde dinlendiğinin artık bir önemi yok..
Kayıbımdın ve artık aranmıyordun..!