Öğrencilik Zor Görev
ŞU ÇILGIN TÜRKLER X5xsqycocopy


Öğrencilik Zor Görev
ŞU ÇILGIN TÜRKLER X5xsqycocopy

Öğrencilik Zor Görev
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Öğrencilik Zor GörevGiriş yap

descriptionŞU ÇILGIN TÜRKLER EmptyŞU ÇILGIN TÜRKLER

more_horiz
Bu şahane kitap 20. yy.ın sömürgecilerine karşı bir
ulusun verdiği onur mücadelesini anlatıyor. Bu topraklarda geçen,
hiçbir satırı kurmaca taşımayan; tamamı Türk, Yunan, İngiliz
devletleriyle uluslararası kurulların raporlarında, yerli/yabancı
gazetelerde ve o günleri yaşamış insanların belleklerinde/anı
kitaplarında belgelenen olaylar… Sadece belgelere atıfta bulunan
dipnotlar kırk yedi sayfa sürüyor! Bu coğrafyayı,tarihi, bu Anadolu’yu
bilmeyen yabancı bir göz okuduğunda yazar fazla abartmış diyebilir,
yaşananlar öyle olağanüstü.
Yazar önce Mondros Mütarekesi’yle II nci İnönü savaşı arasında geçen
dönemi özetliyor. Peşinden altıyüzelli sayfalık bir destan. Sanki
elinde kamera varmış gibi bir Türk tarafına, bir Yunan tarafına; bir
İstanbul’a, bir İngiltere’ye odaklıyor bakışlarını (Belki bu akış şekli
kimi okuru rahatsız edebilir) . Ve bu ahlaksız işgale dağıyla,
çiçeğiyle, insanıyla, hayvanıyla; canlı-cansız bütün varlığıyla
topyekün direnen Anadolu’yu anlatıyor. Adını hiç duymadığımız, ama biz
bilmesek de bu temele kanını harç yapmış,kefenine sarınıp ta işgalcinin
karşısına dikilmiş, kim bilir hangi gelinciğe kök olmuş binlerce insan… Adım adım, gün gün izliyoruz bu büyük mücadeleyi.

Gelelim romanın kahramanlarına: Osmanlı’nın
imzaladığı Sevr antlaşmasıyla yurdu parçalanmış, toprakları santim
santim satılmış; sal-tanat koltuğu uğruna sömürgecilere peşkeş çekilmiş
bir halk var. Ama her şeye rağmen bu halkın küllerinden yeniden
doğmasını sağ-layan biri, dönemin Britanya Başbakanı, Lloyd George’un
istifa etmeden kısa süre önce “… yüz yıllar nadir olarak dahi
yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakın ki o büyük dahiyi bu yüz yılda
Türk milleti yetiştirdi… M. Kemal Paşa’ya yenildik.” demesine sebep
olan biri,
Gazi…Ve bu zaferi Atatürk’le birlikte var eden İsmet Paşa, diğer
komutanlar,erler, akıncılar, vekiller, köylüler, direnişe yardım için
ayağındaki tek çorabı yıkayıp veren Deli Battal gibiler, kağnılarıyla
cephane taşırken yolda ölen ya da doğuran Elifler, yaşadığı rahat
hayatı bırakıp cephede gönüllü hemşire olan Nesrinler… Yani etiyle
kemiğiyle, onurlu, namuslu, dürüst “Büyük İnsanlık”…

Savaştan galip çıkan devletlerin kuklası olan ve
iktidardakilerin hırsı yüzünden gözünü Anadolu toprağı bürümüş
Yunanistan. İnsanlık tarihine büyük katkıları olan bir uygarlığın
şimdiki torunları. Büyük Yunanistan hayalinin peşinde Anadolu’ya gelip
“ Büyük Felaket”i yaşayanlar. Kimisi vahşi kimisi insan, kahraman da
var aralarında korkak ta… Vatanlarından deniz milleri, kara milleri
uzakta çarpışan, bir zavallı hayalin uğruna heder olan Yunan gençleri.
Ve bu iki halkı birbirine kırdıran emperyalist devletler. En başta
İngiltere. Tam Sevr antlaşmasını imzalatmışken huzurunu kaçıran
“Kemal’in Askerleri”ne elini ateşe sokmadan tokat atmak isteyen, asıl
büyük derdi sömürgesindeki Müslüman halkların bu savaşın etkisiyle
uyanacağı ve “Üzerine Güneş Batmayan İmparatorluk”un parçalanacağı
endişesi olan İngilizler. Fakir ve geri kalmış Doğu’nun önünde uygar(!)
ve zengin Batı’nın en büyük temsilcisi. İnsanların ölmesi umurlarında
bile değil. bu sebeple –dengeler Türkler’in lehine değişene kadar-
Yunanistan’a pek çok araç ve gereç satıyorlar, el altından silah ve
cephane veriyorlar. Fransa, İtalya, Rusya … Hepsi bu büyük oyunun
içinde az veya çok yer alıyorlar. Sonra hainler… Başta Vahdettin ve
sadrazam(lar) olmak üzere işgalcilerden medet uman aciz yönetim
kadrosu. Bir ham hayal uğruna doksan bin Anadolu gencini Sarıkamış’ta
kırdırdığı yetmiyormuş gibi mücadelenin en kritik yerinde Anadolu’ya
geçip iktidar olma hevesindeki Enver Paşa ve onun Meclis’teki
yardakçıları. Basındaki İngiliz ve Yunan işbirlikçileri. En zorlu
zamanlarda isyana kalkışan Delibaş Mehmetler, Çerkez Ethemler. Halkın
içindekiler: Kasabalarını, Kuvvacıları, onurlarını satan eşraf, yerel
yöneticiler, bazı din
adamları… Asker kaçakları… Altmışbin kişilik ordunun otuzbini bazı
işbirlikçilerin, mandacıların, teslimiyetçilerin söylediklerine kanıp,
kandırılıp silahlarıyla birlikte askerden kaçıyor. Düşman o esnada
yüzyirmibin kişi! 1911’den beri dört bir tarafta durmaksızın savaşan
halkın içinden çıkan, direnişe inanmayan, bu savaşın diğerlerinden
farklı olduğunu anlayamayan bu kaçaklara üzülmek mi lazım, öfkelenmek
mi?


İşte Turgut Özakman bu romanda insanların,
insanlığın hikayesini anlatıyor bize. Onun elli küsur yıllık emeğinin
sonucundan bir kaç sayfada bahsedip geçmek mümkün değil aslında. Haddim
olmayarak bunu yapmak ve sizlerle paylaşmak istedim. Artık ülkedeki
siyasal düşünce tarzının tam teslimiyete dönüştüğü günümüzde, tam
bağımsızlıktan başka bir istekleri olmayan bu insanlara ve onların
destanını yazarak onlara en güzel anmayı yapan yazara bu sayfada şapka
çıkartmak. Niyetim bu. Kitabın kalınlığına aldanıp okumaya gözü
korkanlara bayağı magazinlerden, ucuz sitkomlardan, pespaye dizilerden
uzakta, hüzünlü, acılı ama çok etkileyici birkaç saat vaat eden bu
destanı mutlaka okuyun. Pek çok şeyin günümüzde yaşadıklarımıza ne
kadar benzediğini görüp üzüleceksiniz ama ayırdığınız zamana değecek.
Peşinden de Nazım’dan “23” centlik askere dair ile Kuvay-i Milliye
destanını okursanız kendiniz için çok güzel işler yapmış olarak günü
kapatacaksınız…

KISACA YAZARI TANIYALIM:

Turgut Özakman, 1930′da Ankara’da doğdu. Ankara
Üniv. Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Bir süre avukatlık yaptı. Köln
Üniversitesi Tiyatro Bilimi Enstitüsü’ne devam ettikten sonra Devlet
Tiyatrosu’na girdi. TRT’de Merkez Program Daire başkanlığı, Genel
Müdür Yardımcılığı, Devlet Tiyatrolarında Genel Müdür Başyardımcılığı
ve 1983-1987 yılları arasında Genel Müdürlük yaptı. 1988-1994 arasında
Radyo-Televizyon Yüksek Kurulu’nda üyelik ve Başkan Yardımcılığı
görevlerinde bulundu. Evli. Üç çocuğu, üç torunu var. 28 Eylül 1998′de,
‘üstün hizmetleri dolayısıyla’ Anadolu Üniversitesi’nce ‘fahri doktor’
unvanı verilen Özakman, sayısız esere imza attı. 2002 Nisanında
Eskişehir Belediye Başkanlığı, açtığı ikinci tiyatroya ‘Turgut Özakman
Sahnesi’ adını verdi.

KİTABA DAİR ELEŞTİRİLER:

Kitaba olan ilgi alaka en üst düzeyde. Kitap şu an
yaklaşık 140 baskı yaptı ve 300.000′den fazla satmış durumda. Aslında
kitap için
yapılan eleştiriler genelde oldukça müspet ve duygu yüklü! Bu yüzden o
tür eleştirilere hiç değinmeyeceğim! Kitap üzerinde yapılan bir takım
polemikler var ben esas onlar üzerinde durmak istiyorum!


1- Kitabın bazı güç odaklarınca(derin devlet ya da
Genelkurmay tarafından) ısmarlama olarak yazdırıldığı polemiği. Bana
göre ister ısmarlama ister kendiliğinden yazılmış olsun bunun hiç önemi
olmadığını düşünüyorum. Kim ne niyetle ısmarlamış olursa olsun helal
olsun diye düşünmekteyim. İyi ki ısmarlamışlar Turgut Özakman’da iyi ki
yazmış bu şaheseri. Bu konunda bence hiç önemi yok!

2- Atatürk’ün ilahlaştırma çabalarında son mertebe
olması polemiği. Aslına bakılırsa bu polemik azıcık haklı gibi
görünsede şahsi kanaatim 20.yy’ın dahisi bir devlet adamı, lider, asker
olarak Gazi Mustafa Kemal Atatürk bu övgüyü hak ediyor. O ve silah
arkadaşlarının öngörülemez mantık ve taktikleri yokluk içerisinde o savaşlar kazanılmıştır.

3- Mehmet Akif Ersoy ve İstiklâl Marşımızdan hemen
hemen hiç bahsedilmemesi polemiği. Benim tek katıldığım eksiklikte bu.
Kitapta İstiklâl Marşımızın kabulü hiç bahsedilmemiş, Mehmet Akif
Ersoy’dan ise tek pasajla bahsedilip geçilmiştir. Bunun neden olduğunu
da hiç anlayamadım. Unutulmuş mu, atlanmış mı bilemem ama kitabın tek
eksiği bu! İnşaallah gözden geçirilecek yeni baskılarda bu eksiklik
giderilir ya da bu konuyla ilgili yeni bir destan yazılır.

4- Kitabın tarih kitabı olarak lanse edilmesine
rağmen roman oluşunun gözardı edilmesi polemiği. Doğru bu kitap bir
tarih kitabı değil. Yazarı roman olarak tanımlamış. Aslında romandan
çok bir anılar almanağı. Yine doğru bir tespitte roman ya da benzeri
edebi metinlerden tarih öğrenilemeyeceği! Ancak bana göre bunun iki
istisnası var! a- Kilit-Anahtar-Kapı-Konak-Çatı-Üçler Yediler
Kırklar-Bu Atlı Geçide Gider-Geçitteki Ülke-Darağacı-Gecevakti
Gündönümü-Sabır-Ebemkuşağı’ndan oluşan Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun
12 ciltlik dev eseri ve Turgut Özakman’ın Şu Çılgın Türkler isimli
şaheseri. Bu kitaplardan bal gibi tarihte öğreniyoruz.

KİTAPTAN BAZI PASAJLAR:

“Sabah İstanbullular, Kızılay’ın çağrısına
uyarak para yardımı yapmak üzere gazetelerde sıraya girdi. İleri gazetesinin dar
idarehanesine sığmayanların büyük kısmı, dışarıda kalmıştı.
Kaldırımın sonunda bir işgal devriyesi
göründü. Düzenli adımlarla yaklaşmaya başladı. İşgal askerlerine, her zaman
kenara çekilerek yol veren İstanbullular, bu sefer kıllarını bile
kıpırdatmadılar. Devriye kolu, kalabalığın arasından geçmeyi göze alamadı, yola
inerek geçip gitti.
İçerde, daha afyonu patlamamış olan huysuz
idare memuru, bir deftere, söylene söylene, bağış yapanın adını ve bağış
miktarını yazıyordu.
‘Kahveci Ali, 100 kuruş.’
‘Eskici Yusuf, 50 kuruş.’
‘Hallaç Asım, 75 kuruş.’
‘Bakkal Ahmet, 100 kuruş.’
‘Terlikçi Adem, 200 kuruş.’
Sırada, küçük, cılız bir oğlan vardı. Bir
önceki bağışçının çocuğu sanan memur, öfkeyle, yürüyüp yol vermesi için işaret
etti. Ama çocuk yürümedi, büyük bir ciddiyetle, bütün servetini çıplak masanın
üzerine bıraktı:
‘Hasan, 5 kuruş.’
Suratsız idare memurunun birdenbire gözleri
doldu. Ağladığını göstermemek için yüzünü, kocaman mendilinin arkasına
saklayarak gürültü ile burnunu sildi.”

“Yetmiş beş kağnılık bir kağnı kolu
İnebolu-İkiçay’dan yola çıkmak üzere idi. Zafer Kemal ‘Uğurlar olsun anam!’diye
seslendi.
Kolbaşı, ‘Sağ ol oğul’ dedi,
elindeki sopayla öküzünü dürttü.Kağnılar tekerleri inleyerek kımıldayıp
yürüdüler. Kağnıcıların hepsi kadındı. Yalnız üçüncü kağnıyı on iki yaşında bir
erkek çocuk yediyordu. Kadınlardan biri hamile idi. Yedinci kağnının yanında
yürüyen sırım gibi genç kadının ayakları çıplaktı. Bazı kadınlar bebeklerini
torbalayıp sırtlarına bağlamıştı.
Genç subaylardan biri içi ürpererek,
‘Ne mübarek kadınlar bunlar’ dedi. Öyleydiler. Yavrularına yiyecek taşıyan anaç
kuşlar gibi orduyu besliyorlardı.
Kağnı kolu gacırdaya gacırdaya
uzaklaşıp gitti.”

“Ela gözlü bir genç kadın usulca Kara
Fatma’ nın yanına sokuldu,alçak bir sesle,”Aradığım iti sonunda buldum abla”dedi.Kara
Fatma da fısıltıyla sordu:
‘Hangisi?’
‘Ateşin yanında duran.’
Ateşin yanında esmer,kıvırcık saçlı,dolgun
dudaklı bir çeteci duruyordu.Kara Fatma’nın bakışından huylanıp başın öne eğerek
suratını saklamaya çalıştı.
‘Komutan diri isterim dediydi.’
‘Öldürmeyeceğim.’
‘Peki öyleyse.’
Ela gözlü kadın ilerlerdi, tüfeğinin
namlusuyla Rum çetecinin çenesinin altına dokundu:
‘Kaldır başını!’
Erkek başını doğrulttu.
‘Bana bak!’
Erkek baktı.
‘Tanıdın mı beni?’
Erkek gözlerini kapadı, zor duyulur bir
sesle ‘Affet’ dedi.
Kadın bir adım geri çekildi. Olacağı sezen
kadınlar ve çeteciler nefeslerini tuttular. Erkeğin apış arasına ardarda iki el
ateş etti. Erkek yakıcı bir çığlık atarak parçalanan kasıklarını tuttu, sarsıla
sarsıla dizlerinin üstüne çöktü, başı önünde, ulur gibi bağırmaya başladı. Ela
gözlü kadın Kara Fatma’ya minnetle baktı:
‘Sağol abla. Belki artık rahat
uyuyabilirim.’
‘Tamam kızım.’ ”

“Bunları konuşurlarken birden odanın
kapısı ardına kadar açıldı. Kapının çerçevesi içinde Emirdağ’ın delisi Battal
belirdi.
Bağırdı:
‘Selamünaleyküm!’
Kaymakam öfkelendi:
‘Ulan deli, baksana çalışıyoruz. Çık
dışarı!’
‘Kızma beyim, biliyorum, onun için
geldim. Duydum ki Kemal’in askeri çıplakmış. Allah şahidimdir üzerimdekinden
başka çamaşırım yok. Çoraplarımı getirdim. Şimdi yıkadım, temizdir.’
Yaklaşıp masanın üzerine bir çift
ıslak yün çorap koydu. Çarıklarını sıyırıp odanın ortasında bıraktı.:
‘Aha bunlarda çarıklarım. Haydi
kolay gelsin!’
Çıplak ayak, huzur içinde yürüyüp
çıktı. Kapıyı gümleterek kapadı.
Üyelerin dilleri tutulmuştu sanki.
Kaymakam, ‘Halktan kuşkulandığımız için tövbe edelim beyler..’ dedi,’..Deli
Battal gibi bir garibin bile yüreği köpürdüyse, tekmil halk ayaklanacak
demektir.Hızlanalım.’ ”

” ‘Ağlaşmayı kesin, sıhhiye geldiiii!’
Tedavi yöntemleri çok basitti. Tabanı
kabaranlara biri süvari çizmesi giydiriyor, öteki sırtına binip bağırıyordu:

‘Zıpla!’
Asker zıplayıpta yere basınca, taban derisi
patlayıp anında ete kaynıyıveriyordu.”

descriptionŞU ÇILGIN TÜRKLER EmptyGeri: ŞU ÇILGIN TÜRKLER

more_horiz
gerçekten çok zor günlermiş o zmanlar bu vatan bizim degil onların aslında o zamanki şehitlerimizin biz hakkını weremıoruz bu watanın

descriptionŞU ÇILGIN TÜRKLER EmptyGeri: ŞU ÇILGIN TÜRKLER

more_horiz
eee onagöre okumamız gerek vatana faydalı olmalıyız
askerlerimizin kanını yerde bırakmamız gerek
privacy_tip Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
power_settings_newLogin to reply